Bu dünya hepimize küçük birer oda aslında

Ortak faydalandıkları aynı toprak üzerinde yaşayan diğer canlılarla bir arada yaşayan ama onlarla iletişim kuramayan insanlığın
durumundan başka hiçbir durum kalbe ve ruha
daha acıklı, daha gücendirici gelemez.

Claude Levi-Strauss, (Didier Eribon’la Mülakat)

‘Zürafanın Bildiği’, Gamze Güller’in Şubat 2024’te Everest Yayınları’ndan çıkan yeni öykü kitabı. On üç öyküden oluşuyor. Hemen hemen tüm öykülerde bir ana sorgulamanın varlık bulması dikkatimi çekiyor. Ana sorgulamadan kastım, Güller’in kurduğu hikayelerde seçtiği ortak tema; soluduğumuz modern zamanlara, yazar duyarlılığının yanı sıra sosyal gerçekçilikle kazandırdığı o bakış açısı. Bunu yaparken okurla kurduğu sıkı bağ bir o kadar önemli.

‘Yüksek’, okuru karşılayan ilk öykü, edebi niteliği dışında bir sistem eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor. Kitabın lokomotif öyküsü olduğunu düşünüyorum.

“Kış aniden bastırdı. Aniden başlayan şeyleri severim. (…) Harbidir kış da. Küt diye gelir, adama feleğini şaşırtır. Bugün de bir kar, bir tipi, bir kıyamet.” (Güller, 2024, s.13)

Öykünün daha ilk cümleleri, çaycı İsmet’in ilerleyen süreçte rutinin dışında bir gün geçireceğine dair ipuçları verir: “Kış”, “Kar”, “Soğuk”, “Kıyamet” gibi kavramlar bu açılımı destekler.

Öykü anlatıcısı İsmet, kapitalist düzeni, plaza yaşamını, beyaz yakalıları ve ait olduğu sınıfı ironik bir dille kurar. Bir plazada çalışan işçi sınıfına dahil İsmet, günümüz iş yaşamını, bir üst çatıya tüm çıplaklığıyla taşır.

“ (…) Vay be Zürafa efendi, sen de bu mıymıntı beyaz yakalılar gibi yüzünü buruşturacaksan yanımızdan geçerken, işimiz var. Yok yok, sevimli de bakıyor kerata.” (Güller, 2024, s.17)

MODERN DÜNYADAKİ KAFES YAŞAMLARIMIZ

İsmet’in ofisin arka depolarından birinde karşısına çıkan Zürafa ile kurduğu ortak bağ/iletişim; sistemin içinde kapalı, sıkışıp kalmışlığı yani modern dünyadaki kafes yaşamlarımıza dikkat çeker. Bir esareti anlatır bize: Betonlar arasında hapsolma hali/ zorunluluk/kaos ve bir yandan yaşamda kalmak.

Plazalar, kocaman camlardan yapılmış kafeslerdir. Çalışanların hayat enerjilerini, yaşama sevinçlerini emen, insanı öldürmeyen ama yaşamasına da izin vermeyen. Şikayet edip bulundukları yeri terk etmeyenler de yine onlardır.

“İşin zor Zürafa kardeş. Sen de kapatılmışsın buraya, ben de. Ama istemez miydim şimdi doğduğum yerde olayım. (…) Karın doyurma derdim olmasa durmam buralarda da düştük işte bir kere. (…) Seni de besliyorlarsa vardır altında bir şey. Sebepsiz yere kimseyi doyurmaz bunlar. ” (Güller, 2024, s.18)

Zürafa, yaşamı üstten yani plonjeden görür. Plonje dalış anlamına gelmekte olup, yüksek açılı çekim, kameranın konuya yüksek bir açıdan baktığı ve odak noktasının genellikle yutulduğu sinematografik bir tekniktir. Yüksek açılı çekimler, doğru ruh hali ayar ve efektlerle uygulandığında, öznenin savunmasız veya güçsüz görünmesine neden olabilir. Filmlerde sahneyi daha dramatik hale getirebilirler.

“Yüksekten her şeyi görmek, her şeyi duymak. Her şeyi bildiğin halde yine de bu adadan çıkamamak. Bu dünya hepimize küçük birer oda aslında be. Bak İsmet’e. Aklına gelir miydi yirmi beşinci kattan bakacağı yeryüzüne? Tek göz kerpiç evinden çıksın da dünyanın tepesine kurulsun.“ (Güller, 2024, s.20)

Yukarıdaki satırlardan da anlaşıldığı gibi Zürafa ile İsmet ortak bir kaderi paylaşırlar.

ARINMAK MÜMKÜN MÜ?

Kafes

Anlamazsın sanıyorlar. Özlemezsin, hissetmezsin, üzülmezsin.

Güller’in ikinci tekil anlatımla kaleme aldığı bir öykü ‘Kafes’. Öykü kahramanımız hayvanat bahçesinde kafeste yaşayan bir Jaguar. Ormanda yaşamayı özleyen. Yaşamasına izin verilmeyen.

“Hep ormanı arıyorsun. Kafesin her köşesinde, arada girip çıktığın havuzunda, seni izleyenlerin gözlerinde, bir umudun peşindesin. Tuhaflığın, isteksizliğin, aldırmayışın hep ondan. Ya sen ormanı bulacaksın ya orman seni bulacak.” (Güller, 2024, s.47)

“Bir kafese getirilip konulmadın da kafes senin etrafına inşa edildi sanki. O kadar senin. O kadar senin değil.” (Güller, 2024, s.46)

“Sen mi buraya aitsin yoksa kafes mi?” (Güller, 2024, s.46)

Yalnızlığı bizi kaygılandırdığı çıkışı ise kalabalıklarda bulduğumuz, kalabalıklara karıştığımız bir evren (modern toplum). Sorunları çözemediğimiz, sadece uyuştuğumuz. Acıyla haz bir arada. Güller’in ilk öyküde Zürafa ile ama ardından gelen diğer öykülerinde de ortak temayı koruyan, doğayla bütünlüğü sağlayan köpek, kuş, jaguar gibi hayvanları, modern zaman insanının personası olarak karşımıza çıkarması ayrıca dikkate değer.

Öykümüze dönecek olursak, son cümleleri okumuyor, soluyoruz belki de…

“Kimse temiz değil artık. Herkes kafeslerdeki kirli hayvanlar gibi. Nehrin çamurlu suyu tüm şehri boz bulanık bir renge boyuyor.” (Güller, 2024, s.49)

Arınmak mümkün mü?

Zürafanın Bildiği, Gamze Güller, 96 syf., Everest Yayınları, 2024.

KUŞ METAFORU

Kuşlar
Kuş dediğin uçar.
Sahi uçar mı?
Çıkarsa kafesten. (Güller, 2024, s.23)

Kuş metaforu, yine günümüz insanını hedefliyor: Doğayı, doğal yaşamı yapay zaman koşullarına adapte etme. Mekanikleştirme. Bunu yaparken de insanın kendisiyle yaptığı muhasebe. Yaptığı değil aslında kaçtığı demek daha doğru.

ÇOCUKLARIN VE KÖPEKLERİN TUHAFLIKLARINA AKIL SIR ERMEZ

Yazarın okuru oyuna çağırıp hikâyenin içine çektiği bir öykü, ‘Kara’. Yazar bir yandan masum/doğa yaşama işaret ederken yine günümüz insanının dur durak bilmeyen arzularını, isteklerini, kaprislerini orta yere koyup bırakıyor. Okuru yokluyor. Okura sen düşün gerisini, diyor.

“Kimsenin kitap okuduğu filan yok. Okuyanın bile yadırgandığı bir ülkede bir de yazdığını söylemek.” (Güller, 2024, s.36)

“İşini hiç sevmediği gerçeğini aklından çıkarıp atamıyor bir türlü. İş arkadaşları gözüne tuhaf yaratıklar gibi görünmeye başlıyor. Her gün ofise gidip gelen, çıkışta düğmeleri kapatılan robotlar. Hiç birinin gerçek bir hayatı yok diye düşünüyor.” (s.36)

“Ah bu stereotip kişilik.” (Güller, 2024, s.39)

‘Çeyiz ve Beklemek’, hacmi küçük ama bir o kadar yoğun işlenmiş öyküler. Danse Macabre’ ise bilinç akışı tekniğinin sağlam bir zemine nasıl yerleştiğini gözlemlediğimiz bir öykü. Biliriz ki edebi bir metin sadece yazılanlardan ibaret değildir, söylenmeyenler de metnin var olma nedenidir.

‘Araba’: Öykünün geçtiği yer bir apartmanın kapalı garajı. Yaşamın gerçekliği, sorumluluktan kaçış, bıkkınlık, tek düze yaşamlar ve modern yaşamın seküler miti Aile. Garaj bu yaşamın ortak öznesi insanlardan oluşan bir mekan olarak çıkar öyküde karşımıza. Sorunları ortak olanların bekleme/bulunma/korunma yeri.

Gamze Güller’in, metinleri okuru dinamik tutarken hafızasını zorlar; zamanı genişletir, sözü görüntüye dönüştürür. Bu söylem şekli onun metinlerinde kendi içinde ve kendiliğinden oluşan bir düzenle hareket eder. Dikkatle seçilmiş sözcükleri, Adorna’nın örümcek ağına benzettiği o yükü olmayan metinlere örnektir. Biliriz ki bir metin sadece yazdığı şeyi söylemez. Söylenmeyen, gizlenen de metnin var olma nedenidir.

BAZEN KAYBOLMAYI SEÇER İNSAN

‘Evimin Yolu’: Geleneksel, ataerkil bakış açısına sahip İsmail ile yaşamsal farkındalığı yüksek bir diğer karakter Rana..

“(…) erkek adam para ödetmez manitasına.” (Güller, 2024, s.81)

“Eskiden kentin içinde de ağaçlar varmış, dedi Rana.” (Güller, 2024, s.81)

Evet, bazen kaybolmayı seçer insan.

“Oysa kaybolmak yasak bu kentte. Soru sormak yasak. Korkmak yasak. Herkesin evinin yolunu bulmak, nereye döneceğini bilmek zorunda.” (Güller, 2024, s.86)

“Bu gece kaybolmayı seçtim ben. Evimin yolunu bile bile kaybetmeyi.”. (Güller, 2024, s.86)

*Başlık: Bu Dünya Hepimize Küçük Birer Oda Aslında, Gamze Güller, Zürafanın Bildiği.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir